Bugun...


Ufuk DORUK

facebook-paylas
İttihat ve Terakki Fırkası ve Yahudi Etkisi İddiası
Tarih: 01-02-2025 14:02:00 Güncelleme: 02-02-2025 21:51:00



Bütün bir tarihi sadece Yahudi komplosu ile açıklamak, Yahudileri de tek bir parça gibi düşünmek zihin tembelliğinin ürünüdür. Tabii ki İngiliz'i, Fransız'ı, Alman'ı, Rus'u, Osmanlı'yı tamamen Yahudilerin kontrolü altında sanmak da öyle...

Dünya ekonomisi, sosyal ve kültürel hayatı kadar dünya siyaseti üzerindeki Yahudi etkisini kimse inkar edemez. Ama, mesela İngiltere'de Birinci Dünya Savaşı sırasında Siyonist Yahudiler kadar hatta onlardan daha fazla antisiyonist Yahudi olduğunu görmeden Birinci Cihan Harbi'ni de Yahudi ve Siyonizm etkisine indirgeyip Yahudi ve Siyonistlerin bu savaşı  yöneten ve kendi çıkarları çerçevesinde  sonlandıran yegane güç olduğu ve bu gücün mutlak olduğu yönünde kurgu yapmak,  kurguyu yapan hem de o kurguya muhatap olan için hakikate mugayir bir fikir kolaycılığı ve zihin konforudur.

Tarihi ilmi ve sağlam kaynaklardan okumadan, güvenilir bilgi ve belgelere ulaşmadan yazanlar eğer zekiyseler muhteşem bir kurgu kurabilirler. Üstelik kendi oluşturdukları bu kurguya bir vahiy gibi inanabilirler. Oysa, İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası'nın Yahudi kontrolünde olduğu savının kaynağının bir İngiliz diplomat casusu olduğunun, bu diplomat casusun Abdülhamit'e dost görünüp İttihat ve Terakki düşmanı ve fakat Siyonist dostu olduğunu bilmek istemezler ya da bilmezden gelirler  bu kurgu sahipleri...

İttihat ve Terakki'nin Yahudi kontrolü altında olduğunu iddia eden ve bu iddiası ile İngiliz hükümetini yönlendiren İngiliz ajanı ve diplomatı Fitzmaurice ya da Osmanlılardaki adıyla Faris Maris; önce İngiltere vatandaşı olan ve daha sonra da 1948'de ilk İsrail cumhurbaşkanı olacak Rusya kökenli Siyonist Yahudi Haim Weizmann'ın yakın arkadaşı ve sıkı destekleyicisi idi...

İşte bu İngiliz ajanı Fitzmaurice'un iddialarını maalesef hakikat sayan bazı yazarlar halkımızı yanlış bilgilendirip hepsi de kahpe kurşunlarla şehit olmuş İttihat ve Terakki  önderlerine nahak yere sövüp, sövülmelerini sağlıyorlar..

İttihat ve Terakkiciler elbette Balkanlar'da Osmanlı Yahudilerinin desteğini almış olabilirler. Neticede modern zamanlara kadar da Hristiyan beldelerinde yer yer zulüme, pogroma (katliam) uğrayacak kadar sorunlar yaşamışken Yahudiler İslam beldelerinde bir sorun yaşamadıkları gibi Osmanlı Devleti de onlar için fırtınaya  karşı güvenli bir liman, doluya karşı sığınacak balkon altı olmuş ve ufak tefek hadiseler hariç Devlet-i Aliye'nin hükmünün geçtiği hiç bir yerde sıkıntı yaşamamışlardır. 

Özellikle Balkan Yahudileri'nin Türk'ten ve Osmanlı'dan yana olmaktan başka çaresi de yoktu zaten.Evet Osmanlı Yahudileri hiçbir şeye muhtaç değildir Türk'e, Osmanlı'ya muhtaç olduğu kadar... Çünkü başta Rumlar ve  Ermeniler olmak üzere Hristiyanların Yahudilerle kan davası vardı. Vuku bulduğu, hakikat olduğu tam ispatlanmamakla beraber Osmanlı şeriyye sicillerine de yansıyan "iğneli fıçı" ya da Yahudilerin ifadesiyle "kan iftirası" tartışması vardır Yahudiler ile Hristiyanlar arasında...

Hristiyanlar, Yahudilerin Hamursuz Bayramı'nın arifesinde Hristiyan çocukları kaçırdıktan sonra bu çocukları katledip iğneli fıçıda kanlarını çıkarararak bu kanı yaptıkları ekmek ile yoğurdukları iddia etmektedirler. Avrupa'da bu iddia yüzünden binlerce Yahudi katledilmiştir. Kanunî döneminde Amasya'da bir Ermeni çocuk Hamursuz Bayramı öncesi kaybolmuş, kaybolan çocuğun Yahudiler tarafından kaçırılarak katledildiği yönünde bir iddia ortaya atılmış ve sorumlu tutulan bir haham Ermenilerce yakılarak öldürülmüş, Yahudilere ait evler basılmış, talan edilmişti. Lakin, kayıp olan Ermeni çocuk daha sonra bulunmuştu..

Bu iddiaların hakikat olup olmaması bir tarafa bu iddialar yüzünden başta Rum ve Ermenilerin Yahudilere olan düşmanlığından dolayı Yahudiler için tek güvenli kucağın Türkler ve Osmanlılar olduğu su götürmez bir hakikatti .

Mesela 1823-1829 Yunan İsyanı ve bu isyan sonucunda Yunanistan'ın istiklal kazanması sürecinde Yunanlar onbinlerce Türk'e yaptığı katliam ve zulümlerini sadece Müslüman Türklere değil Yahudilere de yapmıştı.

İşte, bu sebeplerle Osmanlı Yahudileri genel olarak Türklerle kader birliği yapıyorlardı. Genel kanının dışında gerek Osmanlı Yahudileri gerekse Selanik Dönmeleri Osmanlı Devleti aleyhine bir pozisyon almış değillerdi. Elbette içlerinde çok az da olsa gittikçe güçlenmekte olan Siyonizme destek olanlar vardı. Hatta, Orta Avrupa ve Rusya'dan Filistin topraklarına göçmekle beraber Osmanlı Devleti tabiiyetine geçmemiş on binlerce Aşkenaz Yahudisi hem Siyonizm hem de İngiltere destekçisi olarak Osmanlı Devleti'nin aleyhine konum almışlardı.

Şöyle ki bilinenin aksine Abdülhamit zamanında Osmanlı topraklarına büyük Yahudi göçleri olmuştur. 1844'te  Osmanlı Devleti topraklarında150 bin olan Yahudi nüfusu 1893'de 184 bin, 1907'de ise 253 bin olmuştur. 1882- 1908 yılları arasında Filistin'deki Yahudi sayısı 3 kat artmıştır, burada 36 yeni yerleşim yeri kurulmuştur.

İşte, 1890'lı yıllardan beri Osmanlı topraklarına  kitlesel göç edip Filistin'de yaşamakta olan ama Osmanlı Devleti'ne tabi olmayan çoğunluğu Aşkenazi(Rusya ve Orta Avrupa Yahudileri) olan Yahudiler Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı aleyhine İngilizler lehine pozisyon almış, hatta Nili gibi Yahudi casusluk örgütleriyle Osmanlı Devleti'ne Filistin ve Suriye cephelerinde büyük zararlar  vermişlerdir. Ayrıca Çanakkale'de Osmanlı Yahudisi olmayan birtakım Yahudiler katır birlikleri ile Türklere karşı savaşmıştır. 

Bütün bunlarla beraber, David Fromkin'in  "Barışa Son Veren Barış" kitabında  belirttiği gibi İttihat ve Terakki'nin bir Yahudi teşkilatı olduğu iddiası Fitzmaurice casusunun ve ekibinin yalanıdır. İttihatçıların bir Yahudi teşkilatı olduğu ya da mason ve Yahudi kontrolü altında bulunduğu iddialarının baş mimarı İngiliz baş tercümanı Fitzmaurice 1908 İttihatçı devrimi için "şu anda halkçı ve milliyetçi bir dalganın üzerindeyim ve bu dalganın Mısır'a (orada da her an bir anayasa isteyebilirler) ve Hindistan'a ulaşması an meselesi. Yabancı postanelerin feshedilmesini, imtiyazların kaldırılmasını, kapitülasyonları yok saymayı isteyebilirler. "İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin mensupları meşrutiyet yönetimini model aldıkları İngiltere'ye sempati ile baksalar da varlıkları İngiltere açısından ciddi bir risk, potansiyel bir bela olarak görülüyorlardı.

Bernard Lewis de, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin sözde bir Yahudi farmason komplosunun parçası olduğuna ilişkin komplo teorilerinin yaygınlığının sorumlusunun Derviş Vahdeti gibi Osmanlı Müslümanları değil, İngiliz yazarları ve bunların İtilaf Devletlerince Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda aracı olarak kullanmaları olduğunu söyler.

İngiliz yetkililerin, elçilerinin ve, özellikle İngiltere'nin İstanbul büyükelçisi Gerard Lowther ve elçilik başdragomanı Fitzmaurice'un, 1909 ile 1916 yılları arasındaki yazışmalarında, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni açıkça Yahudi ve farmasonların gizli lobi ve entrikacılar olarak tanımlamaları, "Yahudi İttihat ve Terakki Cemiyeti" olarak adlandırmaları ve Mehmet Cavid'i "gizli yahudi"(elbette Cavit Bey Selanik dönmesi kökenliydi) ve İmparatorluktaki "farmasonluğun zirvesi", Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünüyle yahudilerin nüfuzu altına girmesi için çalışan, "kabinenin gerçekten önem taşıyan çok az üyesinden biri" olarak betimlemeleri gerçekten de dikkat çekicidir.

Gerek Fromkin'in   "Barışa Son Veren Barış" kitabında gerekse Feroz Ahmet'in "İttihat ve Terakki" kitabında 1908'de Osmanlı Meclisi'ne seçilen 288 kişiden birisinin de Emmanuel Karasu olmak üzere sadece 4 tanesinin Yahudi olduğunun, bunların da önce Türk sonra Yahudi olduklarını kanıtlamak için ellerinden geleni yaptıklarını, hatta İttihat ve Terakki'nin Siyonistlerin Filistin'e  yerleşmesi planlarına karşı alınacak önlemleri içeren oylamada evet oyu verdiklerini ifade ediyor.

Fitzmaurice ve eski İstanbul büyükelçisi Gerard Lowther'in gerçeği saptıran İttihat Terakki ve Osmanlı üzerindeki Yahudi etkisi iddiaları sadece İngiliz hükümetini yanlışlarla sürüklemekle kalmayıp günümüzde bazı İslamcı yazarların dilinde de pelesenk olmuştur.

Bazı yazarlar Müslümanları bazen desiseyle kandırarak bazen zulümle yıldırarak sömürmüş İngilizlerin sinsi yalanlarını yaydıklarından bihaber ezberlenmiş gerçekler olarak  bu zehirli fikirleri topluma zerk etmektedirler. Oysa Müslüman bir kafa bir vakanın gerçekliğini ortaya koymakla mükellef değil midir?

Ufuk Doruk



Bu yazı 713 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
nöbetçi eczaneler
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI