Bugun...


Mustafa KIR

facebook-paylas
İSLAM İŞ BİRLİĞİ TEŞKİLATI (İİT) KURULUŞ AMACINA İHANET EDİYOR.
Tarih: 08-07-2025 09:21:00 Güncelleme: 08-07-2025 09:21:00


 
İslam İş birliği Teşkilatı (İİT) eski adıyla “İslam Konferans Örgütü” işgal edilen Filistin topraklarını kurtarmak ve Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturmak amacıyla Suud Kralı Faysal bin Abdülaziz’in çağrısı üzerine İslam ülkeleri liderlerinin katılımlarıyla; 22–25 Eylül 1969’da Fas’ta yapılan İslam Zirve Konferansında alınan karar gereğince 1970 yılı mart ayında   Cidde’de BM’de temsil edilen 57 İslam ülkesi Dışişleri Bakanları tarafından kurulan bir örgüttür.
 
“İslam Konferans Örgütü” nün ismi; Haziran 2011 ‘de Astana’da düzenlenen 38. İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları Konseyince “İslam İş birliği Teşkilatı” (İİT) olarak değiştirilmiştir İİT; 2 milyarlık nüfus yoğunluğu, geniş coğrafi alanı, ekonomik imkanları ve insan kaynakları bakımından BM’den sonra dünya üzerinde Müslümanlar tarafından kurulan en hacimli teşkilat olmuştur. 
 
Teşkilatın kuruluş amacı; İslam ülkeleri arasında kardeşliğin tesis edilmesi, uluslararası meselelerde; sosyal, ekonomik, siyasi, askeri, sınai, kültürel, bilimsel alanlarda; iş birliğinin güçlendirilmesi, İsrail tarafından gasp edilen Filistin topraklarının geri alınması mücadelesinde Filistin halkının yanında olunması, kutsal mekanlarının korunması, başkenti Birleşik Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması ve Özgür Kudüs’ün inşa edilmesidir. 
 
İslam Konferans Örgütünün kuruluşunun öncüsü Kral Faysal’ın güttüğü siyasetin ve attığı uluslararası adımların çıkış noktasını; Filistin topraklarının işgalden “Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın esaretten kurtarılması düşüncesi oluşturmuştur.
 
1.Dünya savaşında Osmanlı’nın Filistin cephesinde yenilmesiyle; 9 Aralık 2017’den itibaren Osmanlının 400 yıllık hakimiyetinin sona ermiş ve bölgenin idaresi İngilizlerin eline geçmiştir.  1917 yılından 1947 yılına kadar İngiliz manda yönetiminin himayesinde dünyanın çeşitli bölgelerindeki Siyonist Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri sağladıktan sonra II. Dünya savaşının akabinde İngiliz Manda yönetimi  görevini BM’lere devretmiştir. 
 
BM, 29 Kasım 1947 tarihli toplantısında Filistin topraklarının %43,53'ü Araplara, %56,47’si Siyonist İsrail yönetimine bırakılması, Filistin toprakları üzerinde bağısız Arap ve Yahudi devletlerinin kurulması, Üç semavi din tarafında kutsal sayılan Kudüs’ün uluslararası idareye devredilmesi kararı almıştır. Karar, İsrail tarafından kabul edildiği halde Filistinli Araplar tarafından reddedilmiştir. 
 
14 Mayıs 1948'de Yahudi Milli Konseyi tarafından Siyonist devletin kuruluş ilanının yapılmasının ardından Mısır, Suriye, Lübnan Ürdün ordularından oluşan Arap Birliği ile işgalci İsrail arasında çıkan kanlı çatışmalar neticesinde 15 bin Filistinli öldürülmüş, 500’den fazla Filistin köyü haritadan silinmiş ve 800 bin Filistinli kendi topraklarından sürülmüştür. 
 
   1949 yılında BM’nin devreye girmesiyle taraflar arasında yapılan antlaşmaya göre Gazze’nin Celile bölgesi, Necef ve Batı Kudüs İsrail’de Batı Şeria ve Doğu Kudüs Ürdün’de Gazze ise Mısırda kalmıştır. İsrail, savaş sonunda 1947'de taksim planı ile elde ettiği toprağı %56’ dan    %78’e çıkarmıştır.
 
 Varılan antlaşmaya rağmen   İsrail’in yayılmacı ve saldırgan politikaları yüzünden iki taraf arasında çatışmalar hiç eksik olmamıştır. 5 Haziran 1967’ de baş gösteren 6 gün süren İsrail ile Mısır, Suriye ve Ürdün arasındaki savaş ABD ve Emperyal güçlerin   destek vermeleri sebebiyle İsrail lehine sonuçlanmıştır.   Savaş sonunda İsrail Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Doğu Kudüs’ü, Mısırdan Gazze şeridini ve Sina Yarımadasını Suriye’den de Golan tepelerini geri almıştır. 
 
ABD ve Avrupa ülkelerinin yanlı tutumları yüzünden Filistin -İsrail meselesinin diplomatik yollarla çözülemeyeceği; sorunun    ancak Müslümanların birlikte mücadelesi neticesinde   çözülebileceği görüşü hasıl olmuş; 21 Ağustos 1969 da Mescidi Aksa’nın Siyonist bir Yahudi tarafından kundaklanıp, Aksa minberinin yakılması olayına gösterilen tepkiler mezkûr görüşün   hayata geçirmesini zorunlu kılmıştır.
 
Bu olaydan hemen sonra, Kral Faysal uyuyan İslam ümmetini uyandırmak, dikkatleri Kudüs’e yoğunlaştırmak için, İslam alemine; “Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi? Nerededir bu dünyanın vicdanı?  Kudüs’ü Şerif kendisinin kurtarılması için bizi göreve çağırıyor! Neden korkuyoruz? Ölümden mi? Allah yolunda cihat ederek ölmekten daha şerefli bir ölüm var mıdır?”
 
“Kardeşlerim! Bizim istediğimiz ırkçılık veya bloklaşma değildir. Çağrımız İslami bir çağrıdır.  Çağrımız; dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir.  Allah’ım eğer bana cihat etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma! Diye halisane bir yalvarışla yalvarıyorum” şeklindeki duygusal ve samimi bir hitabede bulunmuştur.
 
 Özgür Filistin için tek yolun İsrail ile mücadeleden geçtiğine inanan Araplar tarafından 6 Ekim 1973’te Suriye ve Mısır kuvvetlerinin İsrail’e saldırmasıyla Yom Kippur Savaşı başlatılmıştır. Savaş Müslümanların lehine giderken yine ABD ve Batılı ülkelerin İsrail’in yanında yer almalarıyla Arapların aleyhine sonuçlanmıştır.
 
Çok geçmeden Kralı Faysal; "Biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşadık; yine öyle yaşayacağız!" diyerek, diğer Arap ülkelerini de yanına alarak, ABD ve Batı ülkelerinin tavrına petrol ambargosu ile karşılık vererek bugün yapılması gerekeni yapmıştır. Kudüs aşığı olan ve ölümüne kadar hem İslâmî hem de siyasi açıdan çok önemli kararların altına imza atan Kral Faysal, 25 Mart 1975’te kendi sarayında yeğeni Faysal bin Musaid tarafından bir suikast sonucu şehit edilmiş, Kudüs’e sahip çıkmanın bedelini canıyla ödemiştir.  Bundan sonra Suudi Arabistan’ın Kudüs aşkı Kral Faysal’ın öldürülmesiyle birlikte sona ermiştir. 
 
  Gelinen noktada İsrail işgali altındaki Filistin topraklarının ve Mescidi Aksanın esaretten kurtarılması amacıyla kurulan   İİT’ ına üye ülkelerin; teşkilatın kuruluş amacının tersine, içeride ve dışarıda birbirleri ile çatışmaları ve İsrail’in işine gelecek tavırları sergilemeleri yüzünden; işgal altındaki Filistin topraklarını kurtarmaları şöyle dursun; ne kendi iç hakimiyetlerini sağlayacak güçleri ne de kendilerine yapılan dış müdahaleleri önleyebilecek ruhları kalmıştır. 
 
İİT, 6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Trump tarafından Kudüs’ün İsrail’e başkent yapılması, Suriye’ye ait Golan tepelerinin İsrail’e hediye edilmesi kararlarında olduğu gibi Mescidi Aksa baskınlarında, Filistin halkına uygulanan zulüm ve işkencelere binaen zorlama yöntemlerle yapılan olağanüstü   toplantılarında kınamanın ötesine geçemeyen kararları ile Müslüman kitleleri hayal kırıklığına uğratmış Siyonist İsrail’e cesaret veren bir   kuruma dönüşmüştür.
 
 7 Ekim 2023 günü topraklarını, mallarını, canlarını kutsal mabetlerini koruma adına Hamas’a bağlı İzzettin El Kassam tugayları tarafından İsrail’e karşı başlatılan “Aksa Tufanı” Operasyonu ile Hamas’ın Siyonist İsrail’e  ilk yenilgiyi tattırması karşısında ; ABD, AB ve tüm emperyal güçler  donanmalarıyla, silahlarıyla yenilgiden kurtarmak için İsrail’in  yanında yer alırken, ne yazık ki  İslam ülkeleri ve İİT’ına üye ülkeler    Hamas’ın zaferini devam ettirme yönünde hiçbir adım atmamış, saldırıdan 11 gün sonra toplanarak ancak kınama kararı alabilmiştir.  İsrail’in İran saldırısı sonrası toplanan 51. İ.İ. Teşkilatı toplantısında da yine kınama kararı alınmıştır. 
 
 Siyonist İsrail askerleri tarafından  20 ayı aşan süreden beri  karadan, denizden havadan atılan bombalı saldırılarla , 18 binden fazlası bebek, çocuk,  12 binden fazlası kadın olmak üzere   57 bin Gazze’li şehit edilirken  130 binden fazlası yaralanırken,  2,3 Milyon Gazze  halkı   göçe zorlanırken,   Sivil yerleşim alanları, hastaneler, yetimhaneler, okullar, camiler, mülteci kampları, kiliseler, resmi kurumlar, yollar, köprüler, su kaynakları,, elektrik trafoları, ekmek fırınları yerle bir edilirken, Gazze’de yaşanan soykırım ve insanlık dışı vahşet  karşısında bile  İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkelerin yöneticileri  bildik kınama kararının ötesine geçmedikleri gibi, Siyonist İsrail ile ticari, siyasi, askeri ve diplomatik ilişkilerini kesmemişler ve İsrail’e doğrudan destek yolunu seçmişlerdir.
 
ABD, AB, de Batılı işbirlikçileri daha savaşın başlangıcından itibaren; “küfür tek millettir” gerçeğinden hareketle; İsrail’e destek amacıyla savaş gemilerini İsrail kıyılarına göndermiş. Müslümanlar ise ümmet olanın gereğini yerine getirememiştir. Ne yazık ki BM, BMGK, DSÖ, AGİT  ve  Avrupa Konseyi  gibi uluslararası kuruluşlar da Gazze halkına uygulanan soykırımı durduracak ciddi bir adım atılmamıştır.
 
Oysa ki,  İİT’ına üye ülkelerin yapması gereken şey; kınama değil, ABD ve Batılı ülkelerin yaptığı gibi taraflarını belirleme, fiilen Filistin’in yanında yer alma, Kudüs’e ve Gazze’ye barış gücü gönderme kararı olmalıydı. İsrail’i tanımaktan vaz geçip, İsrail ile normalleşme safsatasını sonlandırmalıydı.  Başkenti birleşik Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması ile ilgili BM nezdinde girişimlerin başlatılmasıydı. İşgalci İsrail ile ticari, siyasi, askeri ilişkilerin derhal keserek, İsrail elçilerinin sınır dışı edilmesi, ve kendi elçilerinin İsrail’den geri çekilmesiydi. Daha ötesi kendi ülkelerinde ki ABD üslerinin kapatılmasıydı. 
 
Siyonist İsrail’in hukuk tanımazlığı saldırgan ve yayılmacı politikasını sürdürmesinin ve İslam ülkelerinin böylesine zillet ve acziyet içine düşmelerinin ana sebebi; Müslümanların İslam kardeşliğinden uzaklaşmaları, İslam ülkelerine yapılan saldırılar karşısında kardeşlerinin yanında değil, düşmanlarının safında yer almalarıdır.  Başlangıçta İsrail ve ABD karşıtı iken, sonradan İsrail ve ABD işbirlikçiliğine soyunmalarıdır.  İsrail ile   normalleşme anlaşmaları imzalamak suretiyle inanç değerlerine ve kuruluş amaçlarına ihanet etmeleridir. Birbirlerinin ortak menfaatlerine sahip çıkma yerine düşmanlarının, menfaatlerini koruma gayreti içine girmeleridir. 
 
 Siyonist İsrail’in bir taraftan Gazze’de soykırım yaparken, diğer taraftan Lübnan’ı, Suriye’yi işgal etmesi son olarak ta İran’a saldırması suretiyle Orta Doğuyu etkisi altına alma şirretliğini göstermesi İslam milletinin ümmet olma şuurunu yitirmiş olmasındandır. Bu yüzdendir ki, Müslümanların sorumluluklarını üzerine alıp, gereğini yerine getirmeyen İslam ülkelerinin önderlerinin her biri Gazze’de ve İslam coğrafyasında katledilen, açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan öldürülenlerin suç ortağı olarak, Allah katında, tarih önünde ve insanlık nazarında hesap vermeye mahkûm olacaklardır.
 
MUSTAFA KIR


Bu yazı 316 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
nöbetçi eczaneler
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI