Suriye, Orta Doğu’da haritanın ortasında ama dünyanın kıyısında kalmış gibi. Bir zamanlar şam ve Halep’in hanlarında ticaret; medrese ve üniversitelerinde, ilim tahsil edilirdi. Edebiyat mahfillerinde şiirler seslendirilirdi. Şimdi o sokaklarda sessizlik, toz ve barut var. Şam ve Halep, bir zamanlar medeniyetin, ilim ve irfan merkezi iken artık yıkımın, acının ve umudun iç içe geçtiği bir coğrafya.
Savaş sadece can almadı. Savaşın yıkıntıları arasında büyüyen çocuklar, barışı tanımadan büyüyor. Aileler dağıldı, Kuşaklararası bağlar koptu. Devletin hafızası silindi, geçmişi unutturdu, geleceği gölgeledi.
2011'de başlayan iç savaş, kısa sürede vekalet savaşına dönüştü. Ülkeyi derin bir kaosa sürükledi. Suriye, mezheplerin, etnik yapıların ve dış güçlerin çıkarları ve küresel stratejilerin kesişim noktası haline geldi. Bu karmaşa içinde halkın sesi bastırıldı. Aileler parçalandı, Bütün devlet kurumları işlevsiz hale geldi.
ABD, YPG üzerinden şekillenen bir nüfuz politikası yürütmeye devam ediyor. Washington, İran’ın kara bağlantısını kesmek ve İsrail’in kuzey sınırlarını güvence altına almak istiyor. Bunun için Suriye'nin doğusu bir tampon alana çevirmiş durumda. İsrail ve Amerika Birleşik Devleti, YPG’ye verdikleri destekle Türkiye ile ilişkileri yıllardır geriyor, güvenliğini tehlikeye atıyor.
Öte yanda Rusya, Suriye’ye tarihsel, jeopolitik ve stratejik bir miras gözüyle bakıyor. Tartus Üssü, Doğu Akdeniz’deki varlığı açısından vazgeçilmez bir kilit. Şam’daki yönetimin çökmesi sonrasında yeni geçici hükümetle temas kurarak nüfuzunu sürdürmeye çalışıyor. Ne var ki, Rusya'nın sahadaki mevcudiyeti bir yandan denge sağlarken öte yandan çözümü kilitliyor. Aynı zamanda blokaj üretmeye devam ediyor. Çünkü Rusya, bir çözüm değil, bir ağırlık merkezi olarak yer almak istiyor.
İsrail ise sistematik olarak hedef gözetiyor. Sınır ötesi hava saldırılarına devam ediyor. İran milisleri ve Hizbullah’ı hedef aldığını iddia ediyor. Hedefi İran milisleri mi gerçekten? Yoksa diplomatik yolları da havaya mı uçuruyor? Stratejik bölgeleri, askeri alanları vuruyor. Diplomatik çözüm arayışları yerle bir ediyor. Müzakere ihtimalini yok ediyor. Bu saldırılar, bölgedeki istikrarı tehdit etmektedir. Her gün bir adım daha Suriye’yi işgale yelteniyor.
Geçmişi HTŞ’ye dayanan Ahmed El Şara'nın geçici hükümeti, toplumsal uzlaşı arayışını sürdürmekle beraber, özellikle Alevîler, Dürzîler ve Kürtler arasında ciddi güvensizlik söz konusu. Dürzîlerin Süveyda’daki ayaklanma, küçümsenecek bir hadise değildi. Alevî nüfusun geleceğe dair kaygıları bahane ederek kitlesel hareketlerde bulunmaları, Şara’yı kara kara düşündürüyor, işini zorlaştırıyor.
YPG ise kendi çözüm modelini kurmuş durumda. Doğu Suriye’de fiili bir yönetim var. Ama bu durum ne Şam ne de Türkiye kabul etmiş değil. YPG, fiilen doğu Suriye’de kendi yönetimini sürdürüyor. Ancak ne merkezi hükümetle ne de Türkiye ile tam uzlaşı sağlanabilmiş değil. Bu durum, gelecekte olası bir bölgesel çatışma riskini her zaman diri tutuyor. Batı Kürdistanı kurma hayalini sürdürmeye devam etmektedir.
Bu yıkımın ortasında, 26 Nisan 2025'te Kamışlı’da düzenlenen ‘Ortak Tutum Konferansı’ yeni bir gerilimin başlığını oluşturuyor. ABD ve İsrail’in destekleri konferansta, Suriye’nin geleceği tartışmaya açıldı. Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) öncülüğünde gerçekleşen konferansa, Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, kadın hareketleri ve bağımsız aktivistler katıldı.
Amaç, Kürtlerin ulusal haklarını garanti altına almak ve ademi merkeziyetçi bir yapı kurmak. Teoride buna çoğulculuk deniyor ama pratikte bu formül, Suriye’nin birliğini parçalayan bir yaklaşım.
Ancak konferansın sonuç bildirgesi Şam’da tepkiyle karşılandı. Cumhurbaşkanlığı ofisi, “Federalizm, ülkenin birliğine tehdittir,” açıklamasını yaptı. Ahmed El Şara ise daha net bir şekilde, bu topraklarda tek bir egemenliğin olacağını ne PYD’ye ne İsrail’e üs verileceğini açıkça deklare etti. El Şara, 3 yıl içinde anayasa, 4 yıl içinde seçim sözü veriyor. HTŞ’nin dağıtılacağını, tüm silahlı yapıların Suriye ordusuna entegre edileceğini daha önce söylemişti.
Türkiye ise süreci dikkatle izliyor. Ankara, oldubittilere karşı sert açıklamalarla sahada ve masada varlığını sürdürüyor. Çünkü Suriye’nin parçalanması, yalnızca bir sınır meselesi değil; aynı zamanda Türkiye’nin iç güvenliği ve bölgesel dengesi için bir kırmızı çizgi.
Ancak bütün bu politik manevraların ötesinde, Suriye halkı hayatta kalmaya çalışıyor. İşsizlik %70’i geçmiş durumda. Gençler, çareyi ülke dışında arıyor. Petrol sahaları YPG ve yabancı güçlerin elinde bulunuyor. Petrolünü dahi bunlardan alıyor. Merkezi hükümet, toprağının altına bile hâkim değil. Bu da ekonomik toparlanmayı daha başlamadan boğuyor.
Suriye’de enkaz üzerine kurulan hayat, ayağa kalkmayı bekliyor. Savaşın ekonomik enkazı, sadece fiziksel değil, yapısal bir çöküşü de ifade ediyor. İşsizlik oranı gün geçerken artıyor, genç nüfusun çoğu ülke dışında gelecek arıyordur.
İnşa süreci belirsiz. Körfez ülkeleri, fonlarını koşullara bağlıyor. Çin bazı altyapı ihalelerine dahil oldu bile. Bu da yeni bir ekonomik bağımlılığın habercisi olabilir.
Suriye bugün sadece fiziksel değil, sosyal ve ekonomik bir enkaz da taşıyor. Eğitim durmuş. Sanat susmuş. Aileler parçalanmış. Halk, iki savaşı aynı anda yaşadı. Suriye, geçmişle hesaplaşmadan geleceğe yürüyemez. Bu topraklar, sadece acının değil; aynı zamanda direnişin ve onurun da adı.
Suriye halkı, Ahmed El Şara’nın çabalarıyla ve Türkiye’nin net tutumu ve kararlı desteği ile haritanın kalbinde, medeniyetin derin izlerini taşıyan Suriye’yi yeniden ayağa kaldırmanın mücadelesini veriyor.
Haritanın kalbinde yeniden dirilişe doğru büyük bir koşu başlatan El Şara, başarmak zorunda. Yoksa, Pay edilmek istenen Suriye haritadan silinir. Kolay gelsin Şara…