Bugun...


Dr. Mehmet SÜRMELİ

facebook-paylas
İSLÂM'DA ÇOCUK EĞİTİMİ ÇOCUK KONUŞMAYA BAŞLAYINCA VERİLİR
Tarih: 15-06-2025 13:11:00 Güncelleme: 15-06-2025 13:11:00


Ümmetine karşı baba konumunda olan Hz. Muhammed, çocuklar dâhil ümmetinin tüm fertlerinin öğretimiyle meşgul olmayı risalet görevinin bir gereği olarak kabul etmiştir. Resulullah (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim öğretim yaşı olarak, çok erken bir yaşı seçmiş ve Abdulmuttalib Oğullarının çocuklarına konuşmaya başlar başlamaz İsra Suresinin 111. ayetini öğretmiştir.[1] Ayeti metin ve meal olarak tanıyalım ki en azından Müslüman baba adaylarına görevlerini öğretelim: “وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا” “(Ey Muhammed!  Rab ve ilah olarak, Allah’ın birliğini, mutlak hâkimiyetini tüm insanlığa bir kez daha haykırarak) de ki: “Bütün övgüler; çocuk edinmeyen, hükümranlığında eşi veortağı bulunmayan ve acizlikten kaynaklanan bir sebeple (yardımcıya, koruyucuya ve) dosta ihtiyacı olmayan Allah’a aittir. (İşte böylece, O’nun (sınırsız yüceliğini ve) büyüklüğünü, (gerek sözlerinle, gerek tavır ve davranışlarınla tüm dünyaya) ilan et!”[2] Bazı kaynaklarda ise Hz. Peygamber’in çocuklara ilk defa şu ayeti öğrettiği belirtilmiştir: “الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا” “O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir; asla bir çocuk edinmemiştir; kudret ve egemenliğinde herhangi bir eşi ve ortağı yoktur; her şeyi yaratan ve (evrene yerleştirdiği yasalar çerçevesinde, her şeyi en) mükemmel bir ölçü ve dengeye göre düzenleyen sadece O’dur!”[3] Bu iki ayet ve Kuran bütünlüğündeki tevhidi hükümler bize öğretiyor ki Kur’an’ın dünya görüşü ‘theocentric’tir; yani varlık merkezinde Allah vardır.[4] Hiçbir şey O’nun takdirini aşamaz. O’nun müdahale etmediği hiçbir alan yoktur. İnsanın evlenmesinden boşanmasına, siyasi faaliyetlerinden ahlaki eylemlerine, namaz, oruç, cihad, zekât ve hac gibi ibadetlerinden ticari işlerine kadar Allah kurallar koymuştur. İnsan, bu kurallara imanı ve hayata aktarması; inancı ile ibadeti arasındaki uyuma göre mü’min/müslim kimliğini kazanabilir. Sadece “inandım” deyip sonra da Allah’ı ciddiye almamak; iman uğruna bir bedel ödememek, inanç-amel uyumsuzluğudur. Hayatını Allah’la anlamlandıran hiçbir Müslüman bu çelişkiye düşmemelidir. Hz. İbrahim’in yapmış olduğu şu dua, çelişkisiz bir imanı tanıtması ve kuşatıcılığı bakımından oldukça anlamlıdır. Her Müslümanın hayatında bu duanın bir yeri olması için Kur’an bu duayı örnek olarak sunmuştur: “قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ” “(Ey Müslüman! Bu mükemmel tevhid inancının pratik hayata nasıl yansıtılacağını öğretmek üzere, tüm insanlığa) de ki: “Benim dua ve yakarışlarım, (namaz, cihad, zekât, oruç, hac ve kurban başta olmak üzere bütün) ibâdetlerim, kısacası hayatım ve ölümüm, yalnızca âlemlerin (yegâne sahibi, efendisi ve Rabb’i olan Allah içindir!” [5] Sadece O’nun rızasını kazanmak için ve yalnızca O’na yönelerek duâ ve ibâdet ederim; ancak O’nun egemenlik ve otoritesine boyun eğerek yaşarım ve ancak O’nun uğrunda canımı veririm!” Hayatını Allah’a adayan Hz. İbrahim, çocuk yetiştirme hususunda da bizlere örnek olmuş ve hakka teslimiyetin sembolü olan Hz. İsmail’i yetiştirmiştir. Bütün ana-babalara örnek olacak şu duayı tüm zamanlardaki nesli için yapmıştır: “رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء” “(O hâlde) Ey Rabbim, beni ve soyumdan gelen insanları namazda devamlı ve duyarlı kıl; hakkıyla namazı ikame edenlerden et. “Ey Rabbimiz! Dua(lar)mı kabul buyur.”[6] Hz. İbrahim oğluna gerekli eğitimi verdikten sonra bu duayı yapmıştır. Nesline sahip çıkmış ve imanı muhafazada namazın önemine vurgu yapmıştır. Duada örtük bir şekilde de olsa kâfir atası olmamayı talep vardır ki bu talep her anne-baba tarafından idealize edilmelidir. Bu ayeti siyaset kurumundaki Müslümanlar daha iyi anlamalı ve namaz kılan ve ibadet etmeyi hayatının anlamı hâline getiren bir neslin yetişmesi için gayret sarfetmelidirler. Eğitim ve öğretim politikalarının mihverine bu ve benzeri ayetleri almalıdırlar. Aksi hâlde lüks yaşamayı ve tüketimi amaç edinen; hayatlarına tüketim merkezli anlam veren gayesiz bir nesil yetişebilir ki bu bir milletin nitelik olarak ölümüdür. Siyaset kurumu için bu durum tam bir fesattır. Nesli helak etmektir.[7]

Hz. Peygamber’in çocukları erken yaşta eğittiğine dair rivayetleri doğrular mahiyette Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Ben on yaşında iken Kur’an-ı Kerim’in el-Muhkem kısmını öğrenmiş olduğum hâlde Rasulullah vefat etti.”[8] İbni Abbas’ın da belirttiği gibi çocukların eğitimi ihmal edilmemiştir. “Üç kişi bir araya geldiklerinde onların en iyi Kur’an bilenlerinin imam olmasını”[9] emreden Hz. Peygamber’in yanına Amr b. Seleme, babasıyla beraber gelmişti. Hz. Peygamber onları Kur’an eğitiminden geçirmiş ve o kavmin en çok Kur’an bilenlerinin onlara imam olmasını söylemiştir. Amr b. Seleme, o kavmin yaşça en küçüğü olmasına rağmen herkesten çok Kur’an bildiği için onlara imam tayin edilmiştir.[10] Hz. Peygamber’in velayetinde yetişen ve çocukken İslâm’ı kabul ederek onun öğretiminden geçen Hz. Ali (ö. 40/661): “Allah’ın kitabından istediğinizi sorunuz. Allah’a yemin ederim, hiçbir ayet yoktur ki o ayetin gece mi gündüz mü indiğini bilmeyeyim.”[11] Diyerek Rasulullah’ın denetiminde, çocukluktan itibaren başlayan eğitiminin kalitesini göstermiştir. Böylece o, kazanmış olduğu ilmî şahsiyetle daha sonra da ilk üç halifenin sürekli fikrine müracaat ettiği fıkhî bir otorite olmuştur.[12] Kendi ailesinden bir çocuğun eğitimiyle ileri derecede ilgilenen Hz. Muhammed, bu davranışıyla ümmeti için de bir sünnet koymuştur.

Çocuklar, insana Allah tarafından bağışlanan nimetlerdendir. Bu nimetler de diğerleri gibi imtihan için verilmiştir.[13] Onların manevi ve maddi eğitimleriyle ilgilenmek ana-babaların en önemli görevleridir. Özellikle eğitim ve öğretimde din alanları ihmal edilmemelidir. Dünyanın etkin anlamda şirk kültürüyle yönetildiği ve Müslümanların “köpük” gibi olup özgül ağırlıklarını yitirdiği bir ortamda çocuklar Allah’ı ve emirlerini hakkıyla tanımaktan mahrum edilecek olurlarsa, hiç umulmadık bir zamanda farkında bile olmadan küfrü tercih edebilirler. İstemediğimiz hâlde kâfir anası-babası olabiliriz. Bu durum çok ağır bir imtihan ve ahirette ebedi ayrılık sebebidir. Bu ayrılığı yaşamayacak olan bahtiyar insanlar, imanı ve İslâm’ı tercih edip bu hâl üzerine ölebilen Müslümanlardır.

Burada şu hususu ifade etmeyi bir görev sayıyoruz. Peygamber Efendimiz çocuk eğitimine ve öğretimine çok önem vermişken Müslümanların bu konularda kurumlar oluşturmaması anlaşılır değildir. Dünyadaki bütün milletler kendi dinleri üzerine ciddi eğitimler verirlerken yıllarca din öğretiminin suç olduğu bir ülkede yaşayan Müslümanlar şimdi de yaşadıkları ülkenin siyasi anlayışının izin verdiği ve programının içerdiği kadar çocuklarına din öğretimi vermektedirler. Yaşadıkları sistemin din öğretimi, dünya sistemine dini kullanarak çocukları entegre etmeyi amaçlayan bir programdır. Bu programların içeriğindeki iman alanı çok sınırlı tutulmaktadır. Resmi ideolojinin din eğitiminden geçen çocuklar Müslümanca düşünmek yerine ideolojik düşünmeyi tercih etmektedirler. Din, çocuklar için sadece bir nostaljidir. Sistem gerçek Müslüman yetiştirerek bindiği dalı kesmek istememektedir. Tüm siyasi kurumlar ülkemizde dünya ticaret merkezi ve onun işbirlikçisi resmi ideolojiden beslenince böyle hayırlı bir işi aslında sistemden beklemek safdilliktir. Müslümanlar kendi programlarını özgün bir şekilde kendileri vahiy merkezli olarak hazırlamak zorundadırlar. Ülkemizde İslâmcılığın geçmişini bir asra yaklaştıran oluşumların şimdiye kadar eğitim öğretim alanında ciddi bir şey söyleyememeleri ne kadar ciddiyetsiz olduklarının da bir göstergesidir. Bugün itibarıyla iddia ediyoruz ki Müslümanların tamamının eğitim konusunda ciddi ve inandırıcı bir hazırlıkları yoktur.

Resmi ieolojiye bağlı eğitim kurumlarının gayesi, dünya vatandaşı yetiştirmektir. Zaten bazı kurumların programlarında eğitimlerinin amacının “dünya vatandaşı yetiştirmek” olduğu açıkça beyan edilmiştir. Halkı Müslüman ülkelerin tamamına yakınında din sadece, kurulu sistemi rahatsız etmeyen, yaptıklarını onayan fakat bireylerin kendilerini boşlukta hissetmemeleri için kullanılan ve istismar edilen bir kurumdur. Hâliyle böyle bir eğitime güvenmemek gerekir. Din, alanında ilmini ispat etmiş rabbani âlimlerden, usulü bilinerek, akaidden muamelata kadar ki hayatın genişlik alanı ihmal edilmeden bütün boyutlarıyla ve ana kaynaklarından öğrenilir. Eğitim ve öğretimin amacı; Hz. Peygamber’i örnek alan kâmil insan yetiştirmek ve emanete layık olarak ilahi rahmetin nüzulüne sebep olacak Müslüman nesli yeniden inşa etmektir. Hadislerde beyan edildiği üzere anne-babaya bakmamak ve onları ihmal etmek nasıl ki ilahi rahmetin kesilmesine sebep ise, “Çocuklarıyla ilgilenmeyip onlardan yüz çeviren; terbiyelerine özen göstermeyen ebeveynlerle de Allah Teâlâ kıyamet gününde konuşmaz ve onları temize de çıkarmaz.” Hadisince ilahi şefkatten mahrum olurlar.[14] Kısacası onlardan da ilahi rahmet kesilir. Bütün bu tehlikeler sebebiyle, ebeveynler çocuklarının eğitim öğretim alanındaki herşeyleriyle ayrıntılı şekilde ilgilenmek zorundadırlar. Saydığımız ve sayamadığımız birçok nedenden dolayı geleceği omuzlarında taşıyacak ve insanlığa önder olacak genç Müslüman nesli iyi yetiştirmek Müslüman kimliği önemseyen herkese farz-ı ayın bir görevdir.


[1]      İbn Ebî Şeybe, Musannef, Kitabu’s-Salat, I, 383; Taberî, Câmiu’l-Beyan, VIII, 172.

[2]      İsra 17 / 111.

[3]      Furkan 25 / 2.

[4]      İzutsu, Kur’an’da Ahlaki Kavramlar, s. 38.

[5]      Enâm 6 / 162.

[6]      İbrahim 14 / 40.

[7]   Bk: Bakara 2/205

[8]      İbn Kesîr, Fedâilu’l-Kur’an (trc.: Mehmet Sofuoğlu), Türdav, İstanbul 1978, s. 130.

[9]      İbn Mace, Muhammed b. Yezid, es-Sunen, Tah. M.Fuad Abdulbaki, İstanbul, 1981, 5, İkâmetu’s-Salât 46, no: 980, I. 313-4; İbn Ebî Şeybe, Musannef, Salat, I, 378.

[10]     İbni Sa’d, Tabakât, II, 101.

[11]     Zerkanî, Menâhil, II, 15.

[12]     Bk: Kandemir, Yaşar, “Hz. Ali’nin İlmi Şahsiyeti”, TDV İslâm Ansiklopedisi, II, 375.

[13]     Bk. Enfal 8 / 28.

[14]     Ahmed, Müsned, c. III, s. 436.

MEHMET  SÜRMELİ



Bu yazı 1004 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
nöbetçi eczaneler
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI