Bugun...


Beşir İYİDİKER

facebook-paylas
RAKI BELEŞ OLUNCA MOLLALAR DA İÇERMİŞ
Tarih: 22-11-2025 00:10:00 Güncelleme: 22-11-2025 00:10:00


“Rakı beleş olunca mollalar da içermiş” lafını uzun zaman önce Kerküklü bir Türkmenden duymuş ve bir iktisatçı olarak da bu lafı çok anlamlı bulmuştum. İnsan çok anlamlı bulduğu bir lafı unutur mu hiç? Eh, ben de bu lafı hiç unutmadım zaten. Neden hiç unutmadım? Bu lafı unutmamam için bu lafı çok anlamlı bulmam zaten yeterliydi ama ayrıca da şu hayatta karşılaştığım birçok durum bu lafı bana hatırlatıveriyor zaten.

“Rakı beleş olunca mollalar da içermiş” lafını duyan sokaktaki insanın aklına hemen, “Yahu, rakı ne diye beleş olsun ki?” sorusu geliverirken, bir iktisatçının aklına da hemen, “Beleş arz edilen bir malın talebi sonsuz derecede bile büyük olabilir, böyle olunca da bir mal veya hizmetin beleş arz edilmesi mümkün olur mu ki zaten?” sorusu gelir herhalde. 

Ha, beleş arz, istisnalar dışında kalitesizliği de beraberinde getirir zaten. Beleş arz edilen bazı mal ve hizmetlerin talebi sınırlı kalabilir ve talebin tamamı da kaliteden taviz vermeden karşılanabilir bezen elbette. Mesela mı? Mesela, sahip olduğu araziden su çıkan biri, paraya ihtiyacı varsa veya paragöz biriyse bu suyu parayla satabilir, diğerkam biriyse de Allah rızası için bu suyu ihtiyaç sahiplerine meccanen de verebilir. Böyle bir suyun çevresinde yaşayan insanların sayısı fazla değilse herkesin ihtiyacı da pek ala karşılanabilir. Ha, birileri boru döşeyip de tarlasını da sulayacak kadar su talep ederse veya 15-20 tonlık tankerlerle su talep ederse etraftaki herkesin su talebini karşılamak mümkün olamayabilir tabii ki de. 

Beleş arz edilen şey ekmek gibi bir şeyse, yani fazla tükettiğinde sağlığa bile zarar verecek bir şeyse talep sınırlı kalır, değil mi? Evet, bir bakıma öyle, yani talep sınırlı kalabilir, tüm talep de zorlanmadan karşılanabilir ama talep beklenenden çok fazla da olabilir icabında gene de. Mesela mı? Mesela, ben böyle bir duruma Libya’da görev yaptığım 1990’lı yıllarda şahit olmuştum. Ekmek o kadar ucuzdu ki adeta beleşti. İnsanlar da, ekmek ucuz diye sağlıklarına zarar verecek derecede fazla ekmek yiyor değillerdi. Ama ekmek talebi insanların tükettiklerinden daha fazlaydı gene de. Nasıl mı? Aha şöyle: Hayvan besleyenler ekmek alıp yem yerine ineklere ekmek yediriyorlardı. Öyle ya, yem pahalı, ekmek ise neredeyse beleş idi.

Aha da “Rakı beleş olunca mollalar da içermiş” lafını hatırlatan bir başka yaşanmışlık daha size. 1990’lı yıllarda Libya’da görev yaptığım yıllarda İbrahim El Dermun adlı bir mühendisten eşyalı bir ev kiralamıştım. Bir gün evdeki televizyon çalışmaz oldu ve ev sahibimden yeni bir televizyon talep ettim. Ev sahibim, evi bana verirken  evdeki bir odayı göstererek “Bu adayı sakın açayın” demişti. Adam evdeki o kilitli odayı açınca ne göreyim? Odada çok sayıda televizyon ve beyaz eşya vardı. Adam o odadaki televizyonlardan birini çıkarıp verdi bana. Gıda istifçiliği bildiğimiz ve “Banker Bilo” gibi filmlere bile konu olmuş bir şey ama ben şahsen elektronik eşya ve beyaz eşya istifleme olayına Türkiye’de hiç karşılaşmadığım için şaşa kalmıştım. Bu durumu tanıdıklarıma anlattığımda ne mi söylediler? “Kaddafi bir dönem bu tür şeyleri adeta beleş vermişti ve herkes de alabildiği kadar alıp istiflemişti.” Bu tür eşyaların pek çoğunun teknolojik gelişme sebebiyle değersiz hale geldiğini de söylediler.

Bazı mal ve hizmetler beleş arz edildiğinde o kadar fazla talep edilirler ki, tüm talepler karşılanamadığı için de, ya, eski Sovyetler Birliği’de olduğu gibi kuyruklar oluşur, ya, şu günlerde az gelirlileri ev edindirme projesinde olduğu gibi, kuraya başvurularak taleplerin çok büyük bir kısmı reddedilir veya, talepler ancak kalite düşürülerek karşılanır. Eh, zaten enflasyon da, para talebinin, paranın kalitesini düşürerek karşılamanın ta kendisidir. 

6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş Depemi Adanayı’da çok hafif bir şekilde etkilemişti ama Adana, Kahramanmaraş depreminden etkilenen iller arasında en az zarar göreni idi. Bu depremden sonra, ev arzında nedaret olmasın diye, bu depremden zarar gören illerde TOKİ’ye, düşük gelirlileri uygun şartlarda ev sahibi yapma görevi verildi. Bu kampanyada ev sahibi olmanın şartları çok kolay olduğu için başvurular da gayet tabii yapılacak evlerden daha fazlaydı. Böyle olunca da kuraya başvurmak kaçınılmaz olmuştu. Kardeşlerimden birinin üç bekar çocuğu da bu fırsattan yararlanmak için başvuru yapmışlardı ama bu üç kardeşten sadece biri kuradan şanslı çıktı. Bu şanslı çocuk uzun süre TOKİ’den hiçbir haber çıkmayınca umudunu tamamen kaybetmişken birkaç ay evvel TOKİ’den bir yazı gelivemesin mi! “Eviniz hazır, …hesaba 300.000₺ hemen yatırın ve her ay da 9.000₺ taksit ödeyeceksiniz.” Bu evin şu anki değeri en az 2 Milyon₺ ve bu ev kiraya verilse en az ayda 15.000₺ kira kazancı sağlar sahibine. Ne oldu şimdi? Devlet bu çocuğa beleş ev vermiş oldu. Ya onun diğer iki kardeşi? Onlar avuçlarını yaladılar. Yani… Tam da “Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar” durumu.

“Mevcut uygulama tam da, ‘Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar. Bu işte bir yanlışlık var” dendiğinde, iktidar yanlıları alınganlık gösterip, böyle söyleyenlerin iktidara haksızlık ettiklerini düşünüyorlar. “Ne yani, devlet fakir fukarayı ev sahibi yaparak kötü bir şey mi yapıyor yani?” diyerek çıkışıyorlar. Tabii ki devletin düşük gelirlileri ev sahibi yapması iyi bir şey, bazı hata ve eksiklerine rağmen bu uygulama devletin hiç ev yapmamasından da daha iyi elbette ama bu uygulama daha da iyileştirilebilir herhalde. Nasıl mı? İşte şöyle: Maksat, ev arzını arttırmak ve mümkün mertebe de en alt gelir gruplarını ev sahibi etmek değil mi? O halde başvuru şartları en düşük gelirlilerin bile gücünün yeteceği şekilde belirlenir ve talebin arzı aşmaması için de başvuru şartları, gelir seviyesi iyice olanların başvuru yapmalarına fırsat vermez. Başvuru sayısı, gene de yapılması planlanan ev sayısından daha fazla olursa da, çocuk sayısı fazla olanlara öncelik verilmek gibi yollara başvurularak kura uygulamasına mümkün mertebe hiç iltifat edilmez. 

Kura ile birini neredeyse beleş ev sahibi yapıp kurada şansı yaver gitmeyen birkaç kişiye de avucunu yalatmak ahlaken “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” gibi bir şeydir ama siyaseten de kötü bir şeydir. Neden mi kötü bir şey? İşte şu sebepten: Kurada şanslı olan bir kişi, kendisini beleş ev sahibi yapanlara muhabbet beslerken avucunu yalayan birkaç kişi de “Bizim günahımız neydi?” diyerek kendilerine ev bağışlamayanlardan, nefret etmeye başlamasalar bile, en hafifinden muhabbetlerini kaybedebilir. Zaten de öyle oluyor..

Ha, en düşük gelirlilere öncelik vermenin de şöyle bir sıkıntısı olur. Peşinatlar ve taksitler çok düşük olduğu için paranın geri dönüşü çok yavaş olur ve böyle bir uygulama için hazineden sürekli yeni kaynak tahsisi kaçınılmaz hale gelir. Peki, buna karşı ne yapılabilir? Aklıma şöyle bir şey geldi: Evet, peşinat ve taksitler en düşük gelirlilerin bile gücünün yeteceği kadar düşük belirlenir ama eve girildikten uzunca bir süre sonra (bu süre 15-20 sene olabilir) evin değerinin en az üçte biri kadar okkalı bir taksit olur. Ev edinen düşük gelirlilere, bu okkalı taksiti, belirlenen zamanda (mesela eve oturduktan 20 sene sonra) ödediklerinde 20 Asgari Ücret, 30 sene sonra ödediklerinde 30 Asgari Ücret, 40 sene sonra ödediklerinde de 40 Asgari Ücret ödeme seçenekleri gibi seçenekler sunulabilir. Hatta ebeveynler öldüğünde bu meblağı çocuklar bile ödeyip eve sahip olabilirler. Kendilereine ev verilenler veya onların çocukları bu ödemeyi yaparlarsa mülkün sahibi olurlar, yapmazlarsa da, kendilerine verilen evde ölene kadar otururlar, onlar öldükten sonra da oturdukları ev çocuklarına miras kalmaz, devletin mülkiyetine döner. Ben şahsen inanıyorum ki, kendilerine bu şekilde uygun imkanlarla ev verilen hemen hiç bir aile, bu son büyük ödemeyi yapmayıp da evini kaybetme aptallığını irtikap etmez. Neden mi etmez? Ne yapıp edip bu parayı bulur da, onun için. Aksi takdirde kaybı büyük olacaktır. Biline ki herkesin, pek de kolayca görünüvermeyen bazı imkanları vardır. Ne gibi mesela? Anadan-babadan miras kalan 1-2 dönüm de olsa tarla gibi… Emekli ikramiyesi gibi… Ailenin büyüyüp iyi para kazanmaya başlayan zeki çocukları gibi… 

Rahmetli Turgut Özal’ın da 1980’’lerde kamu çalışanlarına böyle bir ev edindirme programı olmuştu. Özal’a “Ama memurların maaşları çok az, bu peşinatı ve taksitleri ödeyebilirler mi ki?” diye sorulduğunda o rahmetli de, benim verdiğim bu örnekleri vermiş ve lafın sonunda da “…Benim memurum işini bilir” cümlesini kurmuştu. Vaaay! Sen misin bu lafı söyleyen! Özal “Benim memurum işini bilir” derken  “Benim memurum çok çaresiz kalırsa azıcık da rüşvet alıverir” demiş güya! Halbuki Özal, “Benim memurum işini bilir” derken, memurun evini kaybetmemek için kendini zorlayacağını ve bu parayı da bir şekilde meşru yollardan bulacağını’ söylemek istemişti. Vatandaşın bu parayı hangi yollardan bulacağının örneklerini de tadat etmişti zaten.

Ha, az sayı da da olsa bu parayı ödeyemeyip devletin kendisine verdiği evi kaybeden aileler olur mu? Olur muhakkak ama kesinlikle çok çok az olur. Ne yapalım yahu, bu kadarcık da olsun icabında. 

Evet, beleşin olduğu yerde kalite de olmaz. Atasözü: “Ucuz etin yahnisi yenmez.” Dünyadaki en başarılı üniversitecilik ABD’dedir, çünkü üniversite eğitimi beleş değildir bu ülkede. Ülkemizde üniversiteciliğin kalitesinin düşüklüğünün en büyük sebebi de beleşçiliktir kesinlikle. Üniversite eğitimi için okul ücreti ödenmediği gibi, öğrencinin günlük masraflarının büyük bir kısmı da, ucuz yemek, ucuz yurt ve enflasyonun adeta beleşe getirdiği öğrenci kredileriyle karşılanır. Böyle olunca da akademik kapasitesi düşük çok sayıda çocuk, faydasını hesab etmeksizin üniversite eğitimine talip olur ve üniversitelerin düşük puanla öğrenci kabul eden bölümlerde birkaç yılını harcar. Üniversite eğitimi, bu türden akademik kapasitesi düşük çocuklara pek bir beceri kazandırmasa bile onlara hiç değilse ‘üniversite eğitimi görmüş’ statüsü kazandırır. Böyle bir statü bu çocuklara iş hayatında pek bir fayda sağlamasa da onlara muazzam bir psikolojik tatmin sağlar.

Bu böyle ise üniversite eğitimi neden hala beleş verilmektedir prki? Lütfen kimse  “Ne yani, fakir çocukları ünüversiteye gitmesinler mi?” gibi saçma bir itiraz dillendirmesinler. Fakir öğrenciye, kazandığı okula ödeyeceği okul ücret için de, günlük harcamaları için de yeteri kadar kredi verilebilir. Çocuklar da okullarını bitirince borçlarını küçük taksitlerle olsa öderler. Bir çocuk 50 asgari ücret kadar kredi kullanmışsa zamanı geldiğinde en az 50 asgari ücret kadar da borç öder. Ha, hayatı boyunca çalışıp para kazanamayanlar ve başka geliri olmayanlar da varsınlar borçlarını hiç ödemeyiversinler. Soruyorum, kaç tane insan bir ömür para kazanmadan yaşayabilir? Bu oran %10’u geçer mi? Bence geçmez. Varsun, o %10’a verilen krediler de batık kredi olsun, ne yazar yahu?

Beleşçilik ekonomikliğin zıddıdır. Beleşçilik ahlaksızlığı da teşvik eder. Ödeyebileceği halde borcunu ödemeyenlerin ekseriyeti, biraz suçluluk duygusu içinde olsalar da, zorlanmadıklarında borçlarını ödemezler. Soruyorum, zorlanmasa kaç tane insan vergi verir? Durumu yerinde olanların bile çocukları için öğrenci kredisi kullandırdıkları, kimsenin bilmediği bir husus değildir. Durumu yerinde olanların çocukları öğrenci kredisi kullanmasa devlet ihtiyaç sahibi öğrencilere daha fazla kredi verebilir herhalde, değil mi? İhtiyacı olmadığı halde çocuklarına öğrenci kredisi kullandıran ebeveynler bilmiyorlar mı bunu? Eh, biliyorlar herhalde. Bunu bile bile çocuklarına öğrenci kredisi kullandıranlar ahlaksızlık etmiyorlar mı bu durumda? Elbette ahlaksızlık ediyorlar. Neden yapıyorlar bu ahlaksızlığı? Rakı beleş olduğu için, pardon, alınan öğrenci kredisi, enflasyon sebebiyle adeta beleşe geldiği için

Bir hususa daha açıklık getirmeden olmaz doğrusu. “Rakı beleş olunca mollalar da içermiş” lafını duyanların kahir ekseriyeti, kahkaha atmasalar bile, mutlaka şöyle bir gülümseyiverdiler ve “Yahu, ne kadar da doğru bir laf” dediler ama bu laf, çoğu imamlık yapan bazı dini bütün insanları biraz rahatsız etti. Haklı olarak şöyle bir soru soruyorlar: “Rakı beleş olsa bile, imamlar başta, haramdan kaçınma hususunda hayli hassas insanlar rakı içer mi yani?” Haklılar, bence de, imamlar başta, bu tür insanlar rakı beleş diye rakı içecek değiller elbette. Lakin bir meramın karşı tarafa etkili bir şekilde iletilmesi bazen ancak biraz tumturaklı ifadelerle mümkün olabiliyor.



Bu yazı 229 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
nöbetçi eczaneler
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI