KENDİ RİTMİMİZ VARDI
Âdap vardı, destur denilir ve edebe uyulurdu. Kol kırılır yen içinde kalırdı. Kem söz sahibine aittir der susulur. Her insanın ve ailenin mahremiyeti vardı. Kişilerin sınırları ve değeri vardı. Ailelerin sırları ve mahrem olan ulu orta söylenmez bir şekilde çözümler üretilirdi. Cenaze olunca evlerde yedi gün yemek pişmez. Radyo ve televizyon açılmaz, hatta komşunun evinden bile kahkahalar duyulmazdı. Komşuda pişen yemeğin kokusundan kul hakkı olur denirdi. Başkasının yenisine sevinilir, işlerine imeceyle destek olunurdu. Kaneviçe işlenir, iğne oyaları yapılırdı. Pantolonlarımız yamalı idi, ama her zaman temiz ve bu durumdan utanılmazdı. Yoksul veya alamayanlar alay konusu olmazdı. Yemekte konuşulmaz, başkasının tabağına göz dikilmezdi. Ekmek bölüşülür, yemek pişirilirken kokusu komşuya gider de kul hakkı geçer diye dikkat edilirdi. Selamsız iletişime geçilmez, destursuz meclise girilmezdi.
Ailede verilmesi gereken; sevgi, saygı, iyilik, sorumluluk, adalet, yardımseverlik, doğruluk, dürüstlük, güven, hoşgörü… vb. her insanda olması gereken insanî, toplumsal hasletler okullarda değerler eğitimi adı altında miş mış gibi masal gibi anlatılmazdı.
P. Neruda şiirine devam ediyor
…
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar
yavaş yavaş ölürler.
Sevdanın değeri vardı. Sevene saygıyla karşılık verilirdi. Aşkla cinsellik karıştırılmaz, seviyorum denilince akan sular durulurdu. Söz ağızdan çıtıysa bir kere, ne yapıp edilip gereği yapılırdı. Mesellerimiz vardı, yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olaylarla anlatılırdı, içinde kulaklarımıza küpe olacak mesajlar verilerek.Şarkıların ve türkülerin ruhumuzu besleyen ritmi vardı.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.
Pablo Neruda
Yavaş yavaş ölüyoruz, içimize yerleştirilen kin, nefret, intikam duygularıyla. İhtirasın, bencilliğin, hasetin, kibrin anaforunda savruluyoruz. Bencilce, maddeye endeksli kıskanç duyguların etkisinde günümü gün etmeliyim düşüncesiyle. Dünya bir gündür o da bu gündür. Bir daha mı geleceğim dünyaya. Toprak olup gideceğiz nasıl olsa… söylemleriyle. Savruluyoruz bir yerlere, bilinçsiz bir sarhoşlukla.
Kimliğimizi ve kişiliğimizi oluşturan değerleri de saçıp savurarak.
saygıyı ve sevgiyi kaybettik.
Sevmeyi ve sevilmeyi.
binaları kurduk,içinde insanı kaybettik.
Hükümet kurarken, hikmeti kaybettik.
Makamı kazandık, mevkiyi kaybettik.
Maddeyi kazanırken, manayı kaybettik.
Keyfiyetle uğraşırken, kemiyeti kaybettik.
Detayla boğuşurken, asliyeti kaybettik.
Şekille uğraşırken, şükrü kaybettik.
Camileri yaptık, cemaati kaybettik.
Yollar yaptık, hedefi kaybettik.
Amaçlarla boğuşurken, birilerinin amacının aracı olduk.
Örtüyü kazandık, edebi kaybettik.
Kazandıkça kazandık, kanaati kaybettik.
Binalara sıkıştık, hayallerimizi kaybettik.
Büyük hayallerimiz vardı, yerini sanal mutluluklar aldı
Hukuk denildikçe, guguk anladık.
Adaleti, vefayı, sevdayı kaybettik.
Marketleri kurduk, tartıyı kaybettik.
Kişisel gelişelim derken kişiliği kaybettik.
Eşyalar uğruna, insanı kaybettik.
Rotayı, hizayı, rızayı kaybettik.
Batılılaşalım derken, ahlakî değerleri kaybettik.
Kaybettiğimizi anlayacak idraki de kaybettik.
Savruluyoruz, nereye savrulduğumuzun farkında bile olmadan.
Savruluyoruz.
Adem KARAFİLİK